top of page

Gilgameş - Muazzez İlmiye Çığ

  • Yazarın fotoğrafı: Kitsune
    Kitsune
  • 2 Haz 2018
  • 4 dakikada okunur

Kadın (Dişi) Algısı

Muazzez İlmiye Çığ’ın yazdığı ‘’Gilgameş Tarihte İlk Kral Kahraman’’ adlı kitabı okuduktan sonra özellikle iki konu hakkında konuşabiliriz. Bunlardan biri kadın algısı diğeriyse ölümdür.

‘’Enkidu’nun Bulunuşu’’ adlı bölümden başlayarak kadınların toplumdaki yeri hakkında bir fikir sahibi oluyoruz. Kadının medeniyeti simgelediğini ve erkeği bu yolda eğiten, büyüten, ilerleten bir figür olduğunu söyleyebiliriz. Bu algıyı da en iyi, avcı ve babasının Enkidu’yu ilk buldukları anda yaptıkları konuşmada ’’Hayır oğlum, onu ancak bir kadın eğitebilir. Biliyorsun, çocukları doğduları andan itibaren anneleri eğitir. Konuşmayı, yemeyi, içmeyi, sevmeyi, gülmeyi hep annelerimiz bize öğretti. Onun için bu adamı da ancak bir kadın eğitebilir.’’(s.25) sözlerinden çıkarabiliriz. Daha sonrasındaysa gerçekten de tapınak rahibelerinden biri olan Şamhat’ın bu yabani adamı eğittiğini, onu şehirli bir insan haline getirdiğini görüyoruz. Tıpkı bir seramik ustasının kile şekil vermesi gibi Şamhat’ta ‘’Enkidu’’ adını koyduğu bu adama şekil veriyor ve medeniyet yolunda yürümesi için onu hazırlıyor. ‘’Müzik ve kadın, hiç umulmayacak şekilde etkilemişti yaban adamı.’’(s.28) ‘’Şamhat, Enkidu’ya önce insan gibi yemek yemeyi, su içmeyi, sevmeyi, sevişmeyi öğretmekle eğitime başladı.’’(s.28)

Bu alıntıdan yola çıkarak toplumda kadının aynı zamanda bir bilgelik sembolü olduğunu da söyleyebiliriz. Malumunuz, tıpkı avcının babasının dediği gibi, doğduğumuz andan itibaren bizi annelerimiz eğitir. Buna ek olarak Gilgameş’in annesini de bilge bir kişi olarak yorumlayabiliriz. Oğlunun gördüğü rüyaları açıklayacak irfana sahip bir kadındır ve aynı zamanda herkesin taptığı kral kahramanımızın danıştığı kişidir.

Peki kadının rolü sadece bu mudur? Tabii ki hayır. Kitabın ilerleyen bölümlerinde kadının merhametinini ve hatta kinini, öfkesini görüyoruz. Tanrıça İnanna’nın kocasını yeraltı dünyasına göndermesi ve Tanrı Dumuzi’nin merhametli kız kardeşi Tanrıça Geştinanna’nın erkek kardeşini kurtarmak için elinden geleni yapması buna bir örnektir. Kitabın bu bölümünde kadının sırf iyi ve saf hallerini değil aynı zamanda güçlü ve merhametsiz yanların da görüyoruz. ‘’Dumuzi’yi yakalamaya çalışan cinlerin dediği gibi, hangi kız kardeşin gönlü razı olurdu buna? Geştinanna hemen koşmuş Tanrılar Meclisi’ne ve başlamış Tanrılara kardeşini yeraltından kurtarsınlar diye yalvarıp yakarmaya…’’(s.33) Son olarak da ‘’Sonsuzluk Arayışı’’ adlı bölümde karşımıza çıkan Siduri adındaki meyhaneci kadının şefkati, anlayışı ve öğütleri gözümüze çarpıyor. (Gilgmeş kendini tanıttıktan hemen sonra, ’’Bütün bunları yapan sensen, neden yanakların göçmüş, yüzün asık, kalbin üzüntülü, neden bir yolculuktan geliyormuş gibisin? Neden böyle kirli, paslı, başıboş dolaşıyorsun?’’(s.62) ve ‘’Ah Gilgameş! … Tanrılar daha insanları yarattığı zaman ölümü de onlara vermiş. Yalnız insanlara mı? Her varlığın bir oluşumu bir de yok oluşu var. Sen bilgin bir adamsın, bunları bilmen gerek. Ey Gilgameş! …yazık olmuş. Sana verilen bu yaşamın tadını çıkarmaya bak! Gece gündüz keyiflen. Her gününü üzüntüyle değil, sevinçle geçirmeye çalış. Ye, iç, çal, söyle, dans et, yıkan, temizlen, güzel giysiler giy. Küçüklerin ellerinden tutarak, karını göğüsüne bastırarak yaşamına yaşam kat. Bu işte insanlığın kaderi.’’(s.63)

Ölüm

Ele alacağım bir diğer konuysa kitapta yoğun bir şekilde işlenen ölüm algısıdır. Kitabın ilk ve son bölümüne baktığımızda Gilgameş’in ölüme karşı olan bakış açısının onun için hazırlanan yolculuğa çıkmasıyla değiştiğini görüyoruz. Bu yolculuk aslında Tanrıça İştar’ın Gilgameş’ten intikam almak için can dostu, kardeşi olarak gördüğü Enkidu’yu yavaş yavaş, acı verici bir şekilde öldürmesiyle başlıyor. Enkidu’nun ölümünden önce Gilgameş’in ölümden korkmadığını hatta ölümden sonra insaların onu hatırlamasını istediğini görüyoruz. Buna bağlantılı olarak Gilgameş’in şu sözlerini söyleyebiliriz: ‘’Biliyorsun, insanlar durmadan ölüyor. Bizim ne zaman öleceğimizi Tanrılarımız tuğlamıza yazmışlar. Bu zaman gelmeden önce, ülkeme ve insanlarımıza yararlı bir iş yapmak istiyorum. Hem de böylece öldükten sonra adımın untulmamasını sağlamış olurum.’’(s.19) Kitabın ilerleyen bölümlerindeyse tanıdığımız korkusuz Gilgameş’in özellikle Enkidu’yla yaptığı son konuşmadan sonra ölümden korktuğunu ve ölümsüzlük için her şeyi yapmaya hazır olduğunu görüyoruz. ‘’Gilgameş’in derdi yeniden tazelenmiş, üstüne bir de ölüm korkusu gelmişti. ‘Ben ölmemeliyim, ne yapıp ölümsüzlüğü bulmalıyım’ diyordu.’’(s.57) ‘’Ben de Enkidu gibi ölecek miyim? Ölümden korkuyorum. Evet, koruyorum. Bir zamanlar ölümü istemeyerek özgürlüklerini feda etmeye kalkan yaşlılara ne kadar şaşmış ve ayıplamıştım. Şimdi ben de onlara benzedim.’’(s.57)

Peki Gilgameş’i bu kadar etkileyen dostunun ölümü nasıldı? Kitapta Enkidu’nun ölümünün anlatıldığı satırlada bize ölümü bekleyen bir insanın geçirdiği evreler ve düşünceleri aktarılıyor. Okur burada acının, kederin, öfkenin, en çok da pişmanlığın ve suçlamanın izine rastlıyor. Hatta sonrasında ona ölümü veren Tanrılara dua ettiğini bile görüyoruz. ’’Enkidu hastalığı arasında zaman zaman kendisini yabanlıktan kurtarıp şehirli yapan avcıya, Şamhat’a kızıyor, kendisini hayvanlarla beraber başıboş ve üzüntüsüz yaşamaktan Uruk’a getirdiği için lanetler, beddualar yağdırıyordu. (….) Bu kez gözyaşları içinde ellerini Güneş Tanrısı Şamaş’a kaldırarak ’Ey yüce Tanrım, sana sevgim ve saygım sonsuzdur. Sıkıntılı günlerimizde imdadımıza yetiştin. Gönderdiğin fırtınalar, Humbaba’yı yakalamamıza yardımcı oldu. Şimdi senden başka bir yardım rica ediyorum. (….)’’(s.51)

İşte Gilgameş’i etkileyen bu ölüm onu sonsuzluğu aramaya itiyor ancak Enkidu’nun ölümünden sonra onunla yaptığı konuşmanın Gilgameş’i daha da etkilediğini söyleyebiliriz zira burada Enkidu, Gilgameş’e yeraltı dünyasının ne kadar kötü bir yer olduğunu aktarıyor. ‘’Sevgili kardeşim, elimi sürmeye kıyamadığım o güzel vücudumu şimdi yeraltında böcekler, kurtlar eski bir giysi gibi kemirip yiyorlar. Beğendiğin, sevgi ile okşadığın başım bir çamur teknesine döndü. Oradakilerin gıdası toz, toprak.’’(s.56) Yaptıkları bu kısacık görüşme sonrasında Gilgameş şu sözlerle ölümsüzlüğü elde etmeyi kafasına koyup uzun ve zor bir yolculuğa çıkıyor: ‘’ Ona (Utanapiştim) ulaşır, ölümsüzlüğün gizemini öğrenirsem, hem insanlarımı ölümsüzlüğe kavuştururum hem de kahramanlığım üstüne kahramanlık katar, Tanrılar gibi sonsuza dek yaşarım.’’ Hatta bu yolcululuk boyunca Gilgameş’te gördüğümüz bir diğer değişim ise hayvanları öldürmekten kaçınmasıdır. ‘’Kendim ölmek istemezken neden bunları (hayvanları) öldürüyorum?’’(s.58)

Gilgameş yaptığı yolculuk boyunca kiminle karşılaşırsa karşılaşsın hepsinin, onun bu ölümsüzlük arayışına verdikleri cevap aynıydı. Herkes bunun imkansız olduğunu ve Tanrıların canlılara hayatla birlikte ölümü de verdiğini söylüyordu. Akrebe benzeyen adamlar: ’’Şimdiye kadar kimse onu bulamadı. Oraya ulaşman imkansız.’’(s.60) Meyhaneci Siduri: ‘’Ah Gilgameş! … Tanrılar daha insanları yarattığı zaman ölümü de onlara vermiş. Yalnız insanlara mı? Her varlığın bir oluşumu bir de yok oluşu var. Sen bilgin bir adamsın, bunları bilmen gerek. Ey Gilgameş! …yazık olmuş. Sana verilen bu yaşamın tadını çıkarmaya bak! Gece gündüz keyiflen. Her gününü üzüntüyle değil, sevinçle geçirmeye çalış. Ye, iç, çal, söyle, dans et, yıkan, temizlen, güzel giysiler giy. Küçüklerin ellerinden tutarak, karını göğüsüne bastırarak yaşamına yaşam kat. Bu işte insanlığın kaderi.’’(s.63)

Kitabımız Gigameş’e öğüt verenlerin de öngördüğü gibi ölümsüzlüğün bulunamamasıyla bitiyor ancak bu ağır yenilgi ve başarısılık üzerine yıkılan Gilgameş’e acıyan Utanapiştim ve karısı ona ömrünü uzatacak bir bitkiden bahsediyor. Bunun üzerine biraz olsun umutlanan Gilgameş binbir zorlukla bitkiyi alıyor ve halkıyla, sevdikleriyle paylaşmak için saklıyor. Gel gör ki bitkiden ne Gilgameş ne de insanları yararlanabiliyor. Sonunda bunca uğraş bir yılanın midesinde çürüyüp gidiyor. Uzun lafın kısası, bu destanın da bize anlatmaya çalıştığı gibi her canlının bir başlangıcı bir de sonu vardır, ölümden kimse kaçamaz.

Yazıyı çok beğendiğim bir alıntıyla ve onun getirdiği soruyla bitirmek istiyorum…

‘’Kadın, erkek herkesin acı karşısında ağlamaya, sevinmeye, zamanında gülmeye hakkı var. Mademki Tanrılarımız o hissi bize vermiş, niçin onu kullanmayalım!’’(s.54)




Komentáře


© 2023 by NOMAD ON THE ROAD. Proudly created with Wix.com

  • b-facebook
  • Twitter Round
  • Instagram Black Round
bottom of page